top of page

Intervals (Aralıklar) nedir?

"Aralıklar" yapıtı, 20 adet işitsel anlatıdan oluşan bir ses enstalasyonudur. Sanatçının kendi sesini kullandığı bu ses kayıtları, gündelik olarak içinde bulunduğumuz standart durumları ya da yaptığımız standart eylemleri, mekan ya da eşyaları anlatan, betimleyen her biri birbirinden bağımsız bir konu içerir. Sanatçı, yapıt bağlamında yazdığı"Günümüz Sanatında Ses-Anlatının İmgeyle İlişkisi: Aralıklar" başlıklı yüksek lisans tezini 2021 yılında tamamlamıştır.

Tezin giriş bölümü aşağıda alıntılanmıştır.


Sanat, bir karşılaşma halidir.1

Bourriaud, İlişkisel Estetik adlı kitabında 90'lı yılların sanatsal uygulamalarından bahsederken yapıtların ideal bir Dünya inşa etmekten çok, varolan koşullarda daha iyi yaşamayı öğrenmek üzerine olduğunu söyler. “Başka bir deyişle, yapıtlarda amaç artık hayali ve ütopik gerçeklikler biçimlendirmek değil, sanatçı tarafından seçilen ölçek ne olursa olsun, varolan gerçekliğin içinde varoluş şekilleri ya da davranış modelleri kurmak”.2 Bir çağdaş sanat yapıtı olarak Aralıklar yapıtı, 90'lı yılların hem zamansal hem de kavramsal uzantısı olarak gündelik olanın daha derinden deneyimlenmesi ve buna ek olarak bireyin kendini keşfi için bir alan önerisi olarak sunulmaktadır.


“Althusser, daima hareket halindeki dünyanın temposuna ayak uydurduğumuzu söylüyordu.”3 Bugün, küresel iklim değişikliğinin Dünya'nın Güneş etrafında dönüş hızını bile arttırdığının kanıtlandığı bir zaman diliminde yaşamaktayız. İkinci Dünya Savaşı sonrasında hız kazanan kentleşmeyle birlikte başlayan insan topluluklarının yüksek oranda yer değiştirmesi, 21. yüzyılda Orta Doğu'da yaşanan savaşlarla birlikte insani olmayan yaşam koşullarında kitlesel göçler şeklinde devam ediyor. Bu iklim değişikliğinin yakın dönemlerde Dünya genelinde büyük çapta kıtlıklara yol açacağı ve gıda bulma ihtiyacının toplulukları bulundukları yarımkürede güneyden kuzeye doğru harekete geçireceği öngörülüyor.


Hız, bugünkü toplumsal değişimi etkileyen önemli unsurlardan bir tanesi. Bulunduğumuz dönemde, sosyal ve hatta bireysel yaşamın temposu tümden hızlanmıştır ve bu hızlanma hayatın tüm segmentlerinde farklı boyutlarda kendini göstermektedir. Dolayısıyla 'hız' olgusu, sosyal teorilerin de sıklıkla ele adığı bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.


Sosyolog Hartmut Rosa, “zaman krizi”ni tartıştığı Social Acceleration (Toplumsal Hızlanma) adlı kitabında, hızlanmanın görünümlerini 3 ayrı başlık altında topluyor: “teknolojik hızlanma”, “sosyal değişimin hızlanması” ve “yaşam temposunun hızlanması”.


Ulaşım, telekomünikasyon ve bilişim teknolojilerindeki ilerlemeler, fiziksel mobilitenin küresel boyutta hız kazanmasına, daha geniş ölçekte enformasyonun daha kısa sürelerde transfer edilmesiyle küresel sermayenin daha hızlı yer değiştirmesine, buna bağlı olarak da metanın üretim, dağıtım ve tüketim faaliyetlerinde ivme kazanmasına neden olmaktadır. İletişim kuramcısı Marshall McLuhan'ın dünyanın “küresel köy”e dönüşerek yoğunlaşması olarak tarif ettiği aynı durumu, Antropolog David Harvey, “Postmodernliğin Durumu”nda 'zaman-mekan sıkışması' olarak tanımlamaktadır.


Kullanılan beyaz eşyaların ev dışındayken bile kumanda edilebilir olması, gelişmiş ulaşım araçlarıyla kısa sürede gerçekleşen yolculuklar gibi örnekler insana zaman kazandırır. Ne var ki mekanı küçülten bu gelişmelerle 'sözde' kazanılan zaman, bireyde kronik zaman darlığı hissinin varlığını yoketmemektedir. Tam tersine, molalar yerine - durumdan istifade - giderek daha çok faaliyetle doldurulan bu boş zamanlar koşuşturmayla geçmekte, kişiye alan bırakmamaktadır. Martin Heidegger (1889-1976) çoğu dilde geçerli olan 'zamanım yok' deyimiyle ilgili şu ifadelerde bulunmuştur:“Bu hiç zamanın olmaması nihayetinde, kişiye hiç olmazsa vakit bırakan”boşa zaman harcama” durumundan daha büyük bir benlik yitimi içerir. ...Son derece katı bir ciddiyetin göstergesiymiş gibi görünen bu “zamanın olmaması” durumu ... vahim bir şekilde kaybolduğumuza işaret eder.”4 Kısacası, zamanın olmaması benliğimizle bağlantımızı yitirdiğimizi anlatır. Bir yüzücü yarışırken hiç olmadığı kadar kendinin bilincindedir ve bedeninin farkındadır. Oysa kısa süreli teslim tarihleri baskısı altında iş yetiştirmeye çalışan birinin bedeni sürecin dışında kalır.



Rosa'nın bahsettiği,“Sosyal değişimin hızlanması ise teknolojik hızlanmadan farklı olarak, toplumun belirli bileşenlerindeki hızlanmaya değil ama toplumsal süreçlerin bir bütün olarak hızlanmasına, hatta toplumsal değişimin kendisinin ivmelenmesine göndermede bulunur. Sosyal değişimin hızlanması, genel olarak, toplumsal yapı, kurum ve pratiklerin kararlılıklarını yitirerek istikrarsız, değişken ve gelip-geçici bir hal almalarını ifade etmektedir.”5



Rosa son olarak, hızlanmanın bir diğer boyutunu, 'yaşam temposunun hızlanmasını' 4 alanda saptanabildiğini söylüyor: (1) hareketlerin hızlanması, (2) molaların kısalması, (3) giderek daha çok şeyi aynı anda yapma (ama hiç bir şeyi gerektiği gibi yapamama), (4) süreçlerin hızlanması. Bunlara, hızlı yemek yemek, dinlenmeyi ihmal etmek, kahve molası vermemek, bilgisayar önünde öğle yemeği yerken bir yandan telefonda konuşmak, sebze doğrayıp çorba-yemek yapmak yerine hazır veya dondurulmuş gıdaları tüketmek gibi sayısız örnek verilebilir. Alelacele, eşzamanlı yürütülen derinliği olmayan bu faaliyetler, stres ve anksiyeteyi arttırarak kişiye hayatın bir anlamı olmadığı hissini, yaşamın öylesine gelip geçtiği hissini vermektedir.


Yukarıda bahsedilen bütün bu unsurların ışığında, kontrolsüz hız içinde bireyin tükenişini önlemek üzere hızlanma kültürüyle ilişkisini yeniden düzenlemek ve hayat kalitesini düşüren içinde bulunduğumuz yaşam koşulları içerisinde zaman ve uzay tüketicisi olan insana bir duraksama temin etmek bu çalışmanın amaçları arasındadır.


Bir diğer amacı, görselliğin hakimiyetini alaşağı etmektir. İletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte makineleştirilen toplumsal işlevler ilişkisel uzamı daraltırken, pandemi koşulları bu uzamı başka bir boyuta taşıdı. Bugünkü toplumsal koşulların fiziki olarak sınırladığı insanlararası ilişki olanakları, kendine alternatifler geliştirirek sanal uzamda bağlar kurmakta. Buna paralel olarak, 19. yy'da hayatımıza giren fotoğraf ile önce zenginleşen görsel deneyimimiz, daha sonra sinema ve teknolojik gelişmelerle giderek karmaşıklamıştır. 2020'de başlayan pandeminin hızlandırdığı dijital iletişim çağına sıçranmasıyla zaten gelişmiş olan telekomünikasyon olanaklarıyla insanoğlu zihni hiç olmadığı kadar yoğun görsellik ve ekrana maruz kalmış durumda. Kendisiyle kalmaya alışık olmayan birey, daha da çok dijitale, sanal ortama bağımlı hale gelerek, kendi içsesini duyması zorlaşmıştır. Bu bağlamda, bu deneyimi esas alan bu çalışma içe dönük ilişkisel uzamı sorunsallaştırarak insana dışarıdan dayatılan görselliği elimine eden bir anlatı kurma girişimidir.

1Nicolas Bourriaud, İlişkisel Estetik, Saadet Özen (çev.), İstanbul: Bağlam Yayınları, 2005, s.27.

2Bourriaud, s.21.

3Althusser'den aktaran: Bourriaud, s.21.

4Heidegger'den aktaran: Marc Wittman, Hissedilen Zaman, Özde Duygu Gürkan (çev.), İstanbul: Metis Yayınları, 2018, s.110,111.

5Ayşe Mermutlu, “Hız Semptomları: Geç – Modern Zaman Rejiminde Belirsizlik, Dolayımsızlık, Eşzamansızlık”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi , Cilt: 28, Sayı: 1, (Ocak 2018), s.247.

Info: Hakkında

©2021, audionarratives tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page